19 Nisan 2010 Pazartesi

Ne Me Quitte Pas...


Tadsız tuzsuz bir yazı bu, okumaya yeltenenleri baştan uyarayım. Read at your own risk ;)

Hayatın, ya da Tanrının sana ne zaman kazık atacağını kestiremiyorsun maalesef.. Kazıklar tabi boy boy, kimsenin acısıyla boy ölçüştürmeye çalışmıyorum, ama acıtan her şeyin feryada ihtiyacı vardır bence..

Kendinden üçüncü şahıs olarak bahsetmeyi sevmeyenlerdenim.. Anlatılan bir hedenin ya da bir hödönün hikayesi filan değil, keza anlatılan zaten bir hikaye değil :) (öyle adlandırırsanız alınırım lan, valla bak :) )

Şaklabanlık etmek tuz gibi geliyor bazı bazı, ondandır bu kaçışlarım..



En materyalist düşündüğümü zannettiğim anda okkalı bir tokat yiyebildiğimi öğrendim ben bu aralar hayattan.. Bir de unuttuğum bir şeyi hatırladığım anda kaybetmenin ne kadar acı bir şey olduğunu..

Ne güzel inandırmışız yahu kendimizi Aşk yoktur diye.. Hepsi Aragon ibnesinin başının altından çıkıyor belki, Mutlu Aşk Yoktur diye ezberlettirdi ya o meşhur dizesini bizlere (pek saygıdeğer Zülfü Livaneli, senin de kulakların çınlasın).. Biz de tembeliz az biraz, bir nesil olarak, kesip kırpıp üzerimize ucuza yeni elbiseler dikmek en sevdiğimiz şey.. O hastalıktan bir semptom gibi inanmaya başladık aşksız hayatın varlığına.. Amma, lakin ki öyle değilmiş..

Çok da güzel inandırmıştım kendimi halbuki, her ne kadar içten içe aksini kanıtlamak için içim gitse de... insanlara güvenip, insanları o güven duygusuyla sevmeyeceğime; bunun insan doğasına aykırı olduğuna.. İnsan hayatı boyunca birini sevemezdi, hayatı boyuncayı hadi geçtim de, o an, ya da o süre neyse, o aralıkta seviyorum dediği de kendini kandırmaktan ibaretti.

Ergen ağlaklığı değil katiyyen bu bahsettiğim.. (Oldu bayağı o yolları geçeli zaten de (= ) Her insanın hayatında bir ya da bir kaç insan oluyor herhalde böyle derinden dokunan hislerinize.. Onların (ya da O'nun mu demeli) sayı olarak azlıkları, varlıklarını reddetmenize yol açmamalı..

Birilerine değer vermekten korkmamalı hani azizim.. Sizin için ne kadar değerli olduklarını anlamak için kaybetmeyi beklemeyin..

Dedim ya, unutulan bir şeyi hatırladığı anda onu kaybetmek benim yaşadığım.. Önce Türk filmleri gibi geliyor her şey.. Salak bir sahnede ikiniz reklamdan önceki son 5 dakikayı susarak ve saçma sapan şeylerden bahsederek (ya da bahsedemeyerek) geçiriyorsunuz.. (son reklamları almadık daha, müsterih olun ;) ) Biraz sonra, bu sezsizliğin farkına vardığınızda boyut değiştiriyorsunuz; al, Zeki Demirkubuz filminde gibisiniz. sessizlikler.. halbuki ne tiradlar uçuşuyor içinizde de iki dudak arasından çıkmaya tevellütleri yetmiyor..

Diyemiyorsun bir şey sonra, o sessizliği inşa ediyorsun inceden, belki bir kaç damla gözyaşıyla.. Kendi filmini çekiyorsun ya, ne surata zoom in yapıp yavaş çekimde tokatla karşılaşıyorsun, ne de yere bir tencere sarmayı atıp heba ediyorsun damsız adamdaki gibi.. :) İçinde büyütüyorsun bir şiddeti.. Her iki taraf da karşısındaki ona kızsın, küfretsin istiyor, günah çıkarmak için belki de.. Ama kıyamıyorsun..

İçinden neler geçiyor, aktaramıyorsun o anda, yanındayken.. Sonra bu sayfaya, bunları okuyacağını bile bile yazıyorsun mesela, O'nu nasıl köpek gibi sevdiğini haykırmak istiyorsun ama gittiği/seçtiği yolda durdurmak istemiyorsun bir yandan da.. Yalan, istiyorsun köpek gibi, aynı sevdiğin gibi.. Ama yüzüne söyleyemiyorsun, o acıyı yüz yüze yaşamaktan kaçıyorsun belki de, böyle kaypak kaypak, bakır tellerin ardından ulaşmaya çalışıyorsun ona yine..

Gitme diyemiyorsun mesela, gitme desen de gidecek çünkü, gitme dediğinde sadece her şeyi daha da zorlaştıracaksın.. Ama köpek gibi istiyorsun gitmemesini, skeyim böyle medeniyetin tekerleğini diyorsun umarsızca.. Ve daha bilimum küfürler..

Hiç tanımadığın ve muhtemelen hiç tanımayacağın birine hiç de suçu yokken ağız dolusu küfür ediyorsun da mesela.. Tek problem, senin bir zamanlar unuttuğun ama hatırladığında da tekrar kaybettiğin bir şeyi bulmaya o kadar yakın olması.. Ne küfürler ediyorsun hem de, öyle böyle değil..

Ayrılırken de sarılamıyorsun doyasıya, bağrına bassan bırakamayacaksın, yedi düvel bir olsa karşılarına çıkıp vermezsin, o derece sımsıkı sarılacağından korkuyorsun..

Diyemiyorsun ki, senden ayrıldıktan sonra aptal aptal yürüdüm sokaklarda, tinercilere vermedim o istedikleri bir lirayı, onları atlattıktan sonra cıvık müdürüm afedersini oynayan oyuncuyu gördüm yolda.. Akabinde bir kafede dışarıda oturmuş Murat Bardakçı'yı gördüm, göz göze geldik onunla, sonra "kaç yıllık bilmem" çantasının içinden bir şeyler çıkardı onlarla uğraşmaya başladı, bense kendimi bütün bu olanları Emile Zola romanlarını yazarcasına gözlemlerken buldum, aklımda sen..

Diyemiyor insan, geldiğimden beri ne me quitte pas dinliyorum diye.. Kendimi uzun zamandır böyle görmemiştim diye dialog'a giriyoruz şizofrenik benle.. Durmadan hatırlıyorum, aslında kaç kere elini tutmayı aklımdan geçirdiğimi, üşümesen de buz gibi olur ya hani o ellerin :) O upuzun, sırma saçlarını ne kadar koklamak istediğimi, seni nasıl bir özlemle sarmak istediğimi diyemiyorum. Bunu düşünürken hala ve hala ne me quitte pas çalıyor aklımda, speakerlarda.. Cemal Süreya'nın gazabına uğramış gibi hissediyorum adeta.. Afrika dahil, bütün kara parçalarında..

..
il faut t'oublier
tout peut s'oublier
ne me quitte pas
ne me quitte pas
..


Bundan sonra bir süre boyunca dinleyemeyeceğim parçaların listesini yapıyorum sonra, birsen tezer'ler, jehan barbur'lar, sting'den "my funny valentine'lar".. En tepeye de bunu koyuyorum..



ve bilimum Sezen Aksu parçalarını.. Zeki Müren'ler de cabası..

Martı.. martı sesleri..

Canım uzun zamandır böyle acımamıştı..

4 tatava:

Hailsematary Beyefendi dedi ki...

cenaze töreni gibi geldi bu yazı.. ağlayınca açılıyor insan..

Dele Divaneeh dedi ki...

özdemir asaf üstad der ki : "ben sevmekten hiç borçlu çıkmadım.."

ne de güzel söylemiş değil mi dostum..biliyorum,anlıyorum içindekileri..bu hayat bu derece de kötü, bu derecede acımasız geliyor insana işte..

sen müsterih ol..diyeyim ben yine de..acısını hafifletmese bile..ama..
hayat devam ediyor..hem de yeni aşklar ve sevgilere acıkarak..

Hailsematary Beyefendi dedi ki...

Jay Jay Johanson'un Far Away'i bu yazının neresinde kalıyor acaba, bilmiyorum; ama yazayım dedim şarkıyı gördüğüm gibi..

Ersegün, iyi dileklerin için sağolasın dostum, "görüşemedik bir türlü" sitemimi de yapmadan geçmiyyim :) Haberleşelim, iyi bak kendine ;)

Unknown dedi ki...

Çok içli bir yazı olmuş duygulandım okurken.

Biliyorum kolay kolay geçmeyecek ama yine de büyük geçmiş olsun :)