27 Aralık 2009 Pazar

afo-R-izmalar 1



...
İyi bir kitabı okumanın vereceği hazzın,
iyi bir kadınla sevişmenin vereceği hazdan daha iyi
olduğunu savunacak kadar densiz değilim,
ama izin verirseniz: en iyisi kadını okumak, kitapla
sevişmek ve ikisini birbiriyle karıştırmamaktır.

...

Information Overload

An average day online is basically information overload

An average day online is basically information overload

12 Aralık 2009 Cumartesi

Software Requirements, Kierkegaard ve Modernizmin Çöküşü

YAZILIM MÜHENDİSLİĞİNE GİRİŞ:
ignorance is bliss

Giriş.. Project,
Software development,
COTS (Commercial off-the-shelf),
Open Source..

  Problems create the down-growing triangle of:
        Needs
    Features
Requirements

Gelişme.. Brian Arthur ,
Diminishing Returns "..azalıyordu durmadan..",
Six Sigma (BS),
QFD -> interesting..

WHY



Soluklan.. Russell Ackoff.
Systems through purposes, "-" means `do not possess purpose`, "+" means the opposite:
PartsWhole
--Mechanic
-+Animistic
++Social
+-Ecological


features.. Priority, Effort, Risk.. 3 syndromes of elicitation:
"Yes, but" syndrome
"Undiscovered Requirements" syndrome
"User and the Developer" syndrome

Sıkı Dur!!.. Dreyfus Model: "Dediğim gibi yap, yaptığımı yapma" syndrome..
Jared Diamond and Guns, Germs and Steel..

"..History followed different courses for different peoples because of differences among peoples' environments, not because of biological differences among peoples themselves.

Far more Native Americans and other non-European peoples were killed by Eurasian germs than by Eurasian guns and steel weapons.."


Sistem Dinamiği,
Oyun Teorisi a.k.a. Game Theory(from Stanford Encyclopedia of Philosophy),
SEÇİNİZ!! Borda Count, Kenneth Arrow and his Impossibility Theorem :

In short, no "fair" voting system can satisfy these three criteria:
* If every voter prefers X over Y, then the group prefers X over Y.
* If every voter prefers X over Y, then adding Z to the slate won't change the group's preference of X over Y.
* There is no dictator.


Never underestimate nor overestimate the power of Pareto Principle (also known as the 20-80 theorem..)

Caution: Strategy-proof voting does not exist!!..

----
Kenara sıkıştır; Joint Application Design..

Atlama; Nash equilibrium..



Bitiyor, az kaldı..
It's all about Expectation Management, my friend.

Change Mgmt:
      -> analysis
      -> SRS
      -> Contract
UNDER CONTROL??

SW -/-> ASSET but ASSET --> SERVICE

RFP (request for peace?),
ROI a.k.a. rate of return..

Positivism, Nereye Kadar??,
Postmodernism,
Critical Reality..

Glossary : The Brothers Karamazov,
Kierkegaard'ın nişanlısı,
existentialism..
Gödel's incompleteness theorems..

Modernizmin Çöküşü (=> ? <=) ?2. Dünya Savaşı?
Neo-Platonism

Biterken, Oğuz Atay'dan:
"..Önce kelime vardı..

****----**--*-====-*-====-*--**----****
Yazılımlar fena halde hayatla ilgilidirler ;)

4 Aralık 2009 Cuma

Dalyan Deltası..


  Son zamanlarda seyrettiğim istisnasız en güzel konserdi Jehan Barbur'un 3 Kasım'daki Jazz-Stop Konseri.. Saat 1'e doğru Beyoğlu Jazz Stop'tan ayrılırken yüzümde bir gülümseme, bu gülümsemeden mütevellit yanakların şişmesi, akabinde gözlerin çizgi haline gelmesi, ama dışarı yansıyan sevinç pırıltıları.. Mental doygunluğun bünyeye yansıması bir nevi..



  Özellikle son bir haftadır kelimenin gerçek anlamıyla "manyaklar gibi" dinlediğim sevgili Jehan Barbur'u canlı seyretme olanağı yakaladım, beklediğimin fazlasıyla karşılaştım, o yüzden gecenin köründe yatmadan önce bu yazıyı yazıyorum :)

  JazzStop'a hep gidicem gidicem diyordum, bir türlü denk gelememiştim; bu konsere kısmetmiş. 2 Aralık'ta da Birsen Tezer konseri vardı, ona gitme planlarımız suya düşünce Jehan Barbur'u kaçırmayalım dedik. Ofisten arkadaşlarla 10 gibi girdik bara. Biralarımızı yudumlarken hafiften salon doldu ve 22.30'a doğru Jehan ve müzisyenler sahneye gelmeye başladılar.




  Siyah askılı bir elbisesiyle kuğu gibi süzüldü sahneye doğru sevgili Jehan Barbur.. :) Sesindeki zarafeti dışarı da yansıttığı her halinden belli; suratından hiç eksilmeyen gülümsemesi, ağzını açıp tek kelime şarkı söylemese bile sizi mest edecek cinsten.. =) Ama güzelim şarkıların da hakkını yemeyelim tabi ki..

Line-Up şu şekildeydi:

  Gitarda Berkant Çelen
  Basta Berker Şahin
  Davulda Emre Günaydın
  Piyanoda Adem Gülşen

  Açılış parçası Uyan. Albümdeki ilk parça aynı zamanda. Tabi konsere gelmeden önce defalarca Jehan Barbur parçaları dinleyince Uyan biraz "biraları yudumlarken konser havasına hafiften girelim" parçası oluyor, yoksa güzel parçadır, ama her zaman değil :p

  Ardından kendi parçaları, biraz Ortaçgil, bazı bazı yabancı caz örnekleri, bazen de Ezginin Günlüğü'nden bir parça gecenize renk katıyor.

  Eleştirilerime gelirsek... :) Albümü filan dinlemeyin bence, direk gidin konsere.. Jehan Barbur'un konser performansı kesinlikle albümün üzerinde, bu da jazz sanatçısı olduğunu kanıtlayan bir aspect bence. Kişisel fikrim, sevdiği parçaları daha güzel söylüyor sevgili Jehan :) Sevdiği derken, kendinde yeri ayrı olan parçaları (ki , sanırım Neden'di, parçaya girerken bunu da vurguluyor.)

  Ezginin günlüğünden Teninle Konuşmak gayet güzel bir seçimdi bence, ki bu parçanın hakkını vererek söylediğine şahit olmak da ayrı bir keyif verdi. Yine kişisel bir fikrim, Jehan Barbur'a daha çok Ezginin Günlüğü parçası gidebilir, yakışıyordu çünkü :)

...senin tenin sıcak
benim içimde bir kedi
yumdu gözlerini: ''işte aşk '' dedi...


  Parça aralarında "Yahu ufacık kadın, nasıl çıkıyor bu sesler bu hatundan" diye merak ederken Jehan Barbur'un vücudunun yarısının akciğerden oluştuğuna kanaat getirdik :D Sonra bu fikri içtiği rakıyla da destekleyince üzerine daha düşünmeye gerek kalmadı =)


O güzelim şarkıları söylemek için sadece nefes yetmez tabi ki de.. :)


  Önceki konserlere katılmış arkadaşların yalancısıyım, playlist'in değişmezlerinden Bülent Ortaçgil parçası Normal tam Bulutsuzluk Özlemi yorumuyla olmuştu.. Yine de "..yoksa ben miyim anormal.." diye bağırmamıza engel değildi :)

  Konserin sonları ise oldukça vurucuydu.. Geç Kalmış Şerminin Yeri, Dalyan Deltası, Gidersen derken neye uğradığınızı şaşırıyorsunuz, "aa konser mi bitti yav, nası yani" derken montlarınızı giymeye başlıyorsunuz ya da montlarını giyip konserden çıkan insanları seyrediyorsunuz :)

  Line-Up'tan bahsedeyim biraz da.. Emre Tankal'ın olmaması bizde biraz hayal kırıklığı yarattıysa da acaba Berkant Çelen'le nasıl olacak diyip konserin yolunu tutmuştuk zaten. :) Benim izlediğim ilk Jehan Barbur konseriydi, o yüzden ayrıntılı yorum yapamıyorum; ama daha önceki konserlere gelmiş olan arkadaşlar Emre Tankal'ın daha iyi çaldığını söylüyorlardı. ama Berkant Çelen de "günü kurtardı" diyebiliriz, kötü değildi kesinlikle.

  Bas ve bateriyi geçip (güzeldiler yani, eleştirilecek bir yanları yoktu :) ), piyano'dan, Adem Gülşen'den bahsetmek istiyorum. Gerçekten bazı soloları öyle güzel yakaladı ki, dinlemek ayrı bir zevk verdi.. Jehan'ın sesinden sonra en çok etkilendiğim şey piyano sololarıydı diyebilirim.

  Konserin ardından Güvenç Dağüstün sahne almış, biz evin yolunu tutmaya karar verdik, ama netice ortada, saat 4.30, bir buçuk saat sonra kalkacak olan ben.. :) Ama inatla yazmaya devam ediyorum, bitti bitecek, az kaldı; bitti :)

  Son söz; sevgili Jehan Barbur ve grubuna bu güzel konser için teşekkürler!!.. Zevkle gideceğim konserlerden biri olmuş durumda Jehan Barbur'un konserleri benim gözümde.. Şimdilik aklıma gelenler bunlar, atladığım bir şey varsa yorumlara eklerim artık, sürç-i lisan ettiysek de affola.. :) Yorumlarınızla güzelleştirirseniz de sevinirim efenim bu yazıyı ;)

  Konserden ayrılırken başımıza gelen gecenin legen..wait for it..dary moment'ı ise şuydu bizim için :
X - Abi lavabo ne taraftaydı
Y - Arkada, bak Kürşat Başar'ı geçince, sağda..


:D

22 Kasım 2009 Pazar

Gülün Dibi..


Mardin'de diş doktorluğu yapan bir dostumun blog'undan alıntı:

http://www.miskinkedi.net/havadis/o-an



Ben: "...mına koyyim ya
hakkaten .mına koyyim böyle işin.."


Ben: (Ev arkadaşıma ilgili yazıları okuttuktan sonra..) "..Ne diyorsun?"
Ev arkadaşım: "....Ne diyebilirim ki, hiç bir şey denmiyor bu durumda..


Bloglayan arkadaşım: (Olayın üzerinden bir miktar konuşup, "ne yapabiliriz" üzerine de biraz kafa yorup, çaresizlik içinde gizli bir sessizliğe gömüldükten sonra..)
"ya işte konuşacak bir sürü sebep, neden sosyolojik bilmem neler var da
 kar etmiyor
 olan oluyor, ateş düştüğü yeri yakıyor işte"


Kaderin cilvesi; ben yazıyı okurken Kardeş Türküler'den Manaki Mu - Ben Kendimi Gülün Dibinde Buldum çalıyordu..

Haberi okuduğumdan beri yukarıdaki resimde taşlaşmış maymunlar gibi hissediyorum kendimi, elden bir şey gelmiyor..

10 Kasım 2009 Salı

Better Things



Massive Attack'in güzide chill out örneği albümü Protection'dan güzide bir chill out parça Better Things. Takvimler 1994'ü gösteriyormuş albüm çıktığında..



Sözleri ayrı bir zehir zemberek, duvardan duvara vuruyor resmen.. ekşisözlükteki bir iletiden alıntı: güldürürken düşündürüyor, düşündürürken öldürüyor.. (bkz: aşağıdaki bold satırlar..) O vakit sözlerini de yazıyim, tam olsun:

Don't drag me down
Just because you're down
And just cause you're blue
Don't make me too
And though you've found
You need more than me
Don't talk to me
About being free

That's freedom without love
And magic without love
Magic without love

Hear me say
Better things will surely come our way
Hear me say
Better things will surely come our way

You say the magic's gone
Well i'm not a magician
You say the spark's gone
Well get an electrician
(swh)
And save your line about needing to be free
All that's bullshit babe
You just want rid of me

You want freedom without love
And magic without love
Magic without love
Yeah

Hear me say
Better things will surely come my way
Hear me say
Better things will surely come my way




Tracy Thorn ablamız da ne güzel söylemiş yav.. We love British accent dedirtiyor insana..

9 Kasım 2009 Pazartesi

The Wall




Die flagge basiert auf dem humanistischen grundgedanken von frieden und einheit aller volker. Sie ist eine auseinandersetzung mit dem erbe aller deutschen generationen nach dem 2. weltkrieg.

The flag is based on the basic humanistic thoughts of peace and unity of all people. It is a confrontation with the German heritage of all generations after the 2nd World War.


Berlin Wall - The East-Side Gallery was created in 1990, during the first year after Berlin Wall’s collapse. Hundreds of artists from all over the world came to Berlin, and covered some 1300 meters of the remains of November 1989 events, with 106 stunning wall-paintings, most in a graffiti-like style. The paintings are said to reflect the artists’ thoughts and vision about the new era of peace in unified Berlin.

09 November, 1989 was the date of the Berlin Wall's Fall.. It changed a lot in Europe's/World's History, opened a new era regarding to economical, sociological and political consequences. Today was the 20th anniversary of the fall. Although some part of the world celebrates dramatically the anniversary of the fall, there still exists other shames of humanity called THE WALL.


Banksy graffities on Israeli West Bank barrier..

Gökçeada Notları tamam, sırada Bozcaada..





Daha önce başladığımı söylediğim Gökçeada notlarını bitirdim sonunda.. Bir kaç hafta oluyor bitireli ama ancak bildirebiliyorum buradan. Blogumuzun adı İki Adanın Hikayesi efenim. Vakit bulunca Bozcaada hakkında aldığım notları da toparlayıp siteye entegre edeceğim.

Bu ayın 15'inde çalışmaya başlayacağım, ondan sonra ne kadar zamanım olur bilmiyorum, çünkü Master derslerinin de yoğunluğu artıyor. Yine de bu sene bitmeden yetiştirebilirsem yetiştirmeye çalışacağım Bozcaada Notlarını..

Umarım beğenirsiniz, Gökçeada ve Bozcaada(bu daha sonra gerçi de :p) hakkında meraklı kişileri siteye yönlendirirseniz, siteye yorum bırakırsanız sevinirim.

Keyifli okumalar =)

19 Ekim 2009 Pazartesi

it's a man's man's man's world!..



müteakip hareketler'den alıntı..


"""this is a man's world, this is a man's world
but it wouldn't be nothing, nothing without a woman or a girl
you see, man made the cars to take us over the road
man made the trains to carry heavy loads
man made electric light to take us out of the dark
man made the boat for the water, like noah made the ark
this is a man's, a man's, a man's world
but it wouldn't be nothing, nothing without a woman or a girl
man thinks about a little baby girls and a baby boys
man makes then happy 'cause man makes them toys
and after man has made everything, everything he can
you know that man makes money to buy from other man
this is a man's world
but it wouldn't be nothing, nothing without a woman or a girl
he's lost in the world of man
he's lost in bitterness"""


e2'de mad men reklamlarında duyunca beni benden alan şarkı efendim, bulunca da paylaşayım dedim.. Sırf bu parça yüzünden mad men'i seyretmeye başlayayım mı diye sormuştum kendime, başlamadım netekim, pişman da değilim :)

Parçanın girişi eski Ajda Pekkan parçaları gibi yoğun bir girişle başlıyor, sonra James Brown'ın etkileyici sesinden hafif hafif sözler süzülüyor.. Feci erkek temelli bir parça, "uçtuk kaçtık, her bi boku tasarladık yaptık ama hatunlar, siz olmadan bi zke yaramıyor bütün bunlar" diyor özet olarak.. Farklı bir düzlemde kesişen başka bir örneği için Ain't no sunshine'ı dinlemenizi öneririm.. Bill Withers'ın bir parçası, sözleri itibariyle Tanju Okan'ın Kadınım'ını anımsatır bana genelde..

Gece gece göndereyim dedim..
"""this is a man's world
but it wouldn't be nothing, nothing without a woman or a girl..."""

18 Ekim 2009 Pazar

Güle Güle Ünsal Hoca




  Bu ülkede güzel insanların var olmasında büyük bir emek sahibi olan değerli bir Profesörünü kaybetti Türkiye.. Başımız sağ olsun..

17 Ekim 2009 Cumartesi

Anadolu Turizm'le Ankara'dan İstanbul


  İstanbul'a taşındıktan sonra Ankara'da kalan eşyaları da toparlamak amacıyla bir kaç Ankara seferi daha yapmak durumunda kaldım. Son gidişimde her zaman yaptığım gibi Kamil Koç'la gitmek yerine Anadolu Ulaşım'ı tercih edeyim dedim. Hem test etmiş olurum, çünkü Ankara'dan İzmir'e giden arkadaşlarım çok tavsiye ediyorlardı diyerekten internetten biletimi almaya koyuldum.


  Anadolu ulaşım Uşak merkezli bir firmaymış, nette bir iki araştırdığınızda otobüs olayına ciddi yatırım yaptıklarını görebiliyorsunuz. Normalde böyle başlayan cümleler kurmam, gördü mü de "anam reklam var" deyip kaçarım :) Ama test ettim, onayladım, abiler hakikaten bu yatırımı yapmışlar, gözlerimle gördüm..

  Internetten bilet alışından başlayalım. Kamil Koç'unki gibi janjanlı değil, ama yine de gayet basit, kullanışlı bir arayüzle güzel bir bilet satış ekranı tasarlamışlar. E-posta adresi üzerinden üye olabiliyorsunuz, Sonra bilet satış, rezervasyon v.s. işlemlerinizi gerçekleştiriyorsunuz. Bilet satışından sonra da cep telefonunuza konfirmasyon kodu SMS'le geliyor (Kamil Koç bunu becerememişti niyeyse benim telefonumda.. Ve yalnız da değilim sanırsam bu hususta..)

  İstanbul Ankara arası seyahat edecekseniz bilet alırken ekranda göreceğiniz yapı şu şekilde, şaşırmayın :) "Len bir yamuk olmasın, neticede Türk firması" demiştim ben, içimde hafif bir tereddütle tekli koltukları seçmiştim. Merak etmeyin, gönül rahatlığıyla seçin. Bilgisayarcı gözüyle: pratik bir çözüm, normal kullanıcı gözüyle: çok mu zor geldi oraya üçlü koltuklu arabalar için bir koltuk seçme resmi koysanız? Hani az buz da değil, varmış bayağı bir 2+1 arabanız da..

  Bilenler için, Ankara Aşti'de 37-39 arası peronlar Anadolu Ulaşım'a aitmiş, gazete bayinin hemen yakını. Aşti'den bindiğim için Mesa'daki duraklarını bilmiyorum ama Mesa civarında da durduk, Kendi durakları var. Telefonla arayıp, öğrenip yorum olarak yazabilirsiniz mesela, ey sevgili okur :)

  Bilet fiyatları en son aldığımda 32 tl'ydi Internet üzerinden satışlarda. Normali 35 tl. Ve bu fiyata sizi nasıl bir yolculuk beklediğini anlatmaya çalışıcam :)

Yolculuk

  Kamil Koç'la seyahat ettiyseniz görmüşsünüzdür 2+1 arabaları, onunla aynı stil. Evet, 2+1 koltuk düzeni Ulusoy'un Royal Class'larında da var, (bu post yazılırken 52 tl'ydi Ankara-İstanbul) ama model olarak Kamil Koç'taki 2+1'ler gibiydi benim bindiğim araba. (Varan'ın da rahat hattı var galiba ama işbu nedenden dolayı(swh) varanla hiç seyahat etmedim şimdiye kadar.)

  Ankara İstanbul arası'nda iki seferleri var şimdilik, 23:59 ve saat 13.00'te olmak üzere. İstanbul için Ataşehir'den mi Esenler'den mi biniyorsunuz, o da fark ediyor tabi, bu saatler Esenler için yanılmıyorsam. İki çeşit araba gidiyormuş bu seferlerde Kızılay yazıhanesinden öğrendiğim kadarıyla, birinde priz yokmuşmuş sanırım; priz önceliğiniz varsa (ki laptop = priz diyenlerdenseniz) bilet almadan önce onu bir teyit ettirin derim. Arabalar MAN Fortuna ya da MAN Mega Fortuna, özel olarak 2+1 hale getirilmiş özel arabalar.

  Kamil Koç'un koltuk arkasına gömbedded LCD ekranları olan bir arabasına denk gelmiştim (Kamil Koç Alibeyköy yazıhanesindekilere göre bir kaç tane varmış o arabadan zaten :) ) Anadolu Turizm'de de gömbedded ekran mevcut. 17 kanal, yol ekranı, TV'ler, müzik yayını ve film yayını mevcut. Uydu bağlantısı olduğu için görüntü netliği, ses v.s. konusunda yoldaki abzürt yerler dışında bir sıkıntı yaşamıyorsunuz. (Ankara İstanbul arası için şimdiye kadar aldığım en kaliteli yayın diyebilirim.) İsterseniz oyun v.s. de varmış ama Muavin'in dediğine göre çocuk oyunlarıymış, bence boşuna denemeyin dedi. Saati 1 tl'ye kiralanıyor oyunlar. Deneseydim aslında bak, şimdi içimde kaldı, bir dahaki sefere deniyyim bari :)

  Koltuğunuza oturduğunuzda öndeki eşya filesinde Kulaklık boneleri (2 adet), uyku göz bandı (2 adet), bir de alabileceğiniz hizmetleri anlatan bir kart bulunuyor. Kulaklıklarınız çalışmıyorsa söylemeniz dahilinde anında değiştiriyorlar, ikişer tane koymalarının yararını da kulaklığımın bozuk olduğunu öğrenip değiştirmemle gördüm.

-Serdar: Ee, kulaklıklar için bone de alabilir..
-Muavin: Koltuğunuzun önünde var efendim, bu gibi durumlar için iki tane koymuştum.
-Serdar: Hmm, peki.. =)


  Böyle anlatınca eblek durumuna düşmüş olabilirim belki ama yedekleriyle konulması olayını takdir ettim, onu belirteyim dedim :)

  Uyku göz bandı hakikaten başarılı bir çalışmaymış, denedim ve beğendim. Hatta "madem tek kullanımlık (üzerinde öyle yazıyor, bu çıkarımı ben yapmadım :) ), eve götüreyim de besliyyim" diyip kullandığım göz bandını aldım, seve seve kullanıyorum.

  Kaptan yola çıkmadan önce ayağa kalkıp "Hoşgeldiniz sayın yolcularımız, hepinize iyi yolculuklar dileriz" şeklinde bir girizgah yaptı, Kaptan abinin kişisel ritüeli midir bilmiyorum ama yola çıktığımızda zaten yayına verilen otomatik "Hede-Hödö yolculuğunda bizi tercih ettiğiniz için teşekkür ederiz" yayınından daha samimi geldi diyebilirim :)

  Servis v.s. oldukça başarılı, muavinler gerçek anlamda güler yüzlü, en azından benim rastladığım abi öyleydi.. Yani zorla "ne alırsınız efendim, başka bir arzunuz efendim" diyen abilerden değil, otomatiğe bağlamamış kesinlikle.. Ha durur muyum, muhabbet ettim adamla da tabi :p Tecrübeli bir abi, Uşaklıymış, daha önce çalışmış Anadolu Seyahat'te, sonra bir ara ara vermiş, bu sene tekrar çalışmaya başlamış filan.. Neyse :)

  Kamil Koç'un muhtemelen "çok para gidiyor yav" diyerek kaldırdığı Dardanel'in Üçgen Sandviçleri otobüste görünce ne kadar sevindim anlatamam =) Hastasıyım, karnım ağrıyana kadar yiyebilirim, keza madem açık büfe diyip 5 tane yedim dönüş yolunda!!.. Benim için bir Schlotzky's (bakmadan yazdım valla :p) sandviçi gibi birşeydir o üçgen sandviçler. Diyet ürünler v.s. de mevcut, "aman kalori canım kalori" diyenlerdenseniz alın o tatsız tutsuz kandırmacalı şeylerden isterseniz..


  En önemlileri sona sakladım aslında :) Mega Fortuna'larda priz olduğunu teyit ettiyseniz zaten görevli abi ya da abla muhtemelen söyleyecektir; sadece ikili koltuklarda priz olduğunu ama ben de burdan söylemiş bulunayım. Tek priz var ikili koltuklarda, koruması v.s.siyle birlikte hemen dirseğinizin altında (Ulusoy'un bazı arabalarında çok eblek yerlerdeydi, e.g. koltuğun altında, yazar burada ona istinaden şeyettiriyor ;) )

  Priz olayını da hallettiğinize göre, laptop'la Ankara İstanbul arasındaki yolculuğunuzun keyfini sürebilirsiniz. "İyi de balım, ben senin gibi gününün yarısını bilgisayar başında geçiren biri değilim ki, ya da öyleyim ama niideyim otobüs yolculuğunda laptop'ı.. Benim olayım en fazla iki chat yapmak, facebook'tan eski manitalar ne yapmış, arkadaş çevremden son havadisler neler onlara bakayım diyen birisiyim. Hadi senin güzel hatrına iki de video seyredip milliyet'e baktım mı daha da kullanmam zaten" diyorsanız, hazır olun, geliyor, otobüste netbook kiralayabiliyorsunuz. Saati 3 tl hem de.. Otobüse binerken bu ne bohem yav, muavin netbook'la geziyor, yuh, çüş, oha dedim, sonradan olayı anladım.. Sana puanım 9 kankam dedim Anadolu Ulaşım'a bu noktada, daha da ne yazıyim ki, di mi ama :)

  Ha bu da son, otobüsün kitaplığı da var. Yok artık Ali Sami diyorsunuz, farkındayım.. Kitap kutusu var, istiyorsanız muavin getiriyor ve istediğinizi seçiyorsunuz.

  Internet hızından bahsetmemişim bak. EDGE olduğundan mı bilmiyorum, şimdiye kadar Ankara-İstanbul arası aldığım en iyi internet hizmetidir diye iddia edebilirim gönül rahatlığıyla. Yine otobüs abzürt yerlerden geçmediği zamanlarda çatır çatır kullanabiliyorsunuz. Hatta açın, video seyredin internetten, o derece!!..

  Uzun lafın kısası, test ettim, onayladım. Kamil Koç'la seyahat etmeye alışmış biri olarak Ankara İstanbul arasında Kamil Koç hizmeti ve kalitesiyle yarışabilecek bir rekabetçi firma bulmaktan fazlasıyla memnun kaldım. Bu kaliteden ödün vermeden ne kadar devam edebilir Anadolu Ulaşım bilmiyorum ama saatleri uygun olduğunda ilk tercih edeceğim firma olacaktır Ankara İstanbul arası yolculuklarda.. Bugün Didem'e anlatırken "sırf keyif için bile İstanbul-Ankara arası gidebilirim bu haliyle" dedim, o derece yani, siz düşünün :)

  En azından bir kere deneyin, bu kadar yazıyı niye yazdığımı anlayacak, bana hak vereceksiniz. Bu arada bu yazıyı yazmamda psikolojik destek (halk arasındaki söylenişiyle gaz) veren Didem'le Doruk'a teşekkürlerimi de bir borç bilirim efenim.

26 Eylül 2009 Cumartesi

Kısa Kısa..

Bir kaç haftadır yazayım yazayım diyorum, bazen imkanım olmuyor, bazen bir iki karalayıp, "eeh, salla" deyip bırakıyorum. Ufak ufak not geçiyim ama:

  • Gökçeada, Bozcaada notlarını tamamlayamadım, Gökçeada notlarının yarısına kadar geldim, ama blog'u public hale getirmiyorum bilerekten.. Bitiricem ama, kalmayacak, azimliyim =)

  • Yazmaya vakit bulamamamın bir nedeni de taşınma telaşları olması.. İstanbul'da Beşiktaş'ta ev tuttum, Boğaziçi Tezsiz Yüksek Lisans (Yazılım Müh.). Yakınımdaki tanıdıkları öğrenmiştir zaten bir şekilde.. İş güç olayları da yine İstanbul eksenli olacak gözüküyor. Bütün bunları rayına oturtmaya çalışırken bir de internetten uzak kalınca bloglamak pek de mümkün olmuyor haliyle.. Evde hala monte etmemi bekleyen demonte mobilyalar bulunmakta.. =)

  • İşbu mesaj da Ankara'dan yazılmakta efenim. Ankara'daki eşyaları toparlayıp, bir kısmını İstanbul'a almak için, hem de eş-dost'u görmek için geleyim dedim gri şehre..


  • Hoop, alakasız bir konu geçişi yapayım, Deniz'in tavsiyesine kulak verip yazı boyutunu büyültüyorum, siyah arkaplanda daha rahat okunduğunu söylemişti, deneyelim bakalım =)

  • İkea'sıdır, Koçtaş'ıdır, eve çıkarken eşyalarınızı nasıl temin edebileceğiniz üzerine bir howto yazmak niyetindeyim.. Böylelikle söz vermiş olayım yazıcam diye :p

  • Gösteri Peygamberi'ni bitirdim. Onunla ilgili de bir yazı yazayım, oldu mu size iki.. Ohh miss, gaza geldim bak şimdi, güzeeel ;)

  • Takip ettiğim bir kaç blog hakkında da yorum yazmayı düşünüyorum, tavsiye edeceklerim olabilir, stay tuned annem ;)


Efendim resimde Kermit'in "seni yenicem brooklyn" pozunun da yazılanların hiçbiriyle uzaktan yakından alakası yoktur, sevilmiş, konulmuştur. Beğendiyseniz çorunuzdur ;) (ama çok hoşuma gitti yav, post'a iliştirmeden edemedim..)

4 Eylül 2009 Cuma

Trakya Ağzı :)



"""
... attık kendimizi gene tarlaya
Taak, Korsala (mekanın ismi sanırım)
- Vaay, Kardejlerim ojgeldiniz.
- Dayı ver birer bira be
Dış ses -> Bira vardı?
- Taak, Vardı..
Dış Ses -> Eah, tamam.
- Iıh, Şevket geldi onbej dakka sonra, O kafa olmuş Skoç brayt sünger gibi
annadın mı
Yumak gibi büle kafada balya topları felan
- Ayga nooldu be, ver dayımı bi içme.
- içmem
- Ya iç
- İi, içeyim gene bea
- Dış Ses: hadi içiyim hadi
- Muhabbet falan filan, a iyi, dayı nası be
- Ya kadan bu(l)du(anlamadım burayı) balya atarız ekmek parası kazanırız
naabıjaz dedi falan filan
- Dış Ses: Kadan
- Mıhabbet nası gidiyo işler
- İyi be, geçen dedi attım dedi iki araba dedi balya dedi aldım dedi parayı
gittim dedi birol'dan dedi aldım dedi iki şişe şarap, buldum kendimi dedi, beraat
oldum
- Dış Ses: Beraat (gülüşmeler)
- Vurdum dedi şaraba, ağustos sıcağında vurmuş kafama didi bayılmışım ben didi
annaaamadım ben dedi. (annayamadım diyor.)
- Dış ses:(gülüşmeler) annaaamadım, annaaamadım.
- Bi uyandım dedi etraf kapkaranlık. Olum dedim şevket naaptın sen
- Dış ses:(gülüşmeler) Kendi kendine..
- herif kendi kendine konuşüyu
- Tam irkildim didi, bir kalaz(kalas diyor) didi, kapaklandım didi.
- Herhalde demiş daha sarhojum
- Dur dedi bir daha bi kalaz daha dedi anladım didi or*spu çojuğunun biri
gelmiş bunu.. kim bu aga?
- karabasan dedim, a**mc*k oğlu her gün dedi uğrar sanki yan komşu, tuz
almaa gidiyu. (tuz almaya gidiyor :) )
- Kalktım dedi, baktım sağa sola, kimse yok didi, tam vurjaktım , taak diye bi
tuttum dedi elini, görmem o kaddan (o kadar demek istiyor) didi, iki dane çaktım
dedi elimin tersine cıstav, cıstav (süper efektler)
- Dış Ses: (gülüşmeler..)
- (tam duyamadım burda biraz gülüşmelerden) nerde amua godumunun, iki dane daha
at deirsek(dirsek demek istiyor olabilir :) ) götüne.. Bi baktım dedi arkasına bakmadan kaçar, İyy İyy
bağrıymış o gene. (bağırıyormuş o gene)
- Bir daha da bi gelme *m*na kodumunun çocuğu demiş ananı skerim senin..
"""


Gece gece gördüğümde beni benden almış bir video :)
Trakyalı olmayan insanlar muhtemelen küfürlere takılacaktır, ama trakya'da yetişmiş insanlar için onların aslında küfür olmadığı, her iki kelimede bir kullanılan "didim,didi,dimiş" kelimeleriyle birlikte trakya ağzına yerleşmiş birer vecize oldukları aşikardır diye düşünüyorum.

İzleyince bir nebze gülebildiyseniz bu post amacına ulaşmıştır efenim ;) Evet penbe de çingene penbesi bea.. :)

3 Eylül 2009 Perşembe

No El Calcio Moderno!!

Yarın 5 Eylül 2009 Cuma günü TSİ 21.00'da oynanacak maçı şu an için yayınlayan bir tv kanalı yok bildiğim kadarıyla. Zaten öğrenirsem yorumlarım buraya da.

Takip edenler zaten Livorno'nun da Adana Demir Spor'un da nasıl bir futbol geleneği'nden geldiğini bilirler. Bilmeyenler için de özet geçmek gerekirse, futbolda ultras geleneğini sürdüren, bunun en yoğun yaşandığı klüpler ikisi de kendi ülkelerinde. Ultras geleneği holiganizmden ayrılmakta. Ayrıntıları için wikipedia linkine başvurabilirsiniz. Sosyal sorumluluklarının dışında, takımlarını koşulsuz desteklerken holiganların aksine kavgadan kaçınmakta olan, "futbol'un asla sadece futbol olmaması"nı takımlarının hayatlarında ne kadar büyük bir yer kapladığını yansıtabilen bir ekol.



Günümüzde futbolun nasıl bir endüstri haline geldiğini anlatmaya gerek yok. Milyon dolarlık futbolcular, astronomik rakamlı reklamlar ve televizyon yayın hakları, pazarlamada uluslararası marka haline gelmiş (isim hakları) satılmış takımlar.. Kısacası, futbol hızla formula1 haline gelirken bu gibi takımların bize bir alternatif sunmaları umut verici gelişmelerden. Böyle güzel birlikteliklerin çoğalması dileğimizle..

Adana Demir Spor hakkında bir kaç söz daha.. İki senedir kıl payı kaçırarak yükselemedikleri Bank Asya 1. Lig'e bu sene yükselmeleri konusunda şans getirici bir maç olur umarım. Adana Demir Spor hakkında bilgi sahibi olmak, gelişmelere göz atmak istiyorsanız Ankara Tayfası'nın Gurbette Demir Gibiyiz Blog'unu takip edebilirsiniz.

Yazılabilecek, konuşulabilecek çok şey var aslında.. Futbolun sosyolojik yanı, futbolun insan hayatındaki yeri ve kapitalizmin hayatın her yerinde olduğu gibi futbolun da içine işlemesi gibi bir çok konu mevcut.. Yeri ve zamanı geldiğine inandığımda onlar hakkında da yazmak dileğiyle.

p.s. Lucarelli çok gol atmasın, atsın ama çok olmasın :) Mümkünse ADS Livorno'yu yensin, ya da yok yav, gollü beraber bitsin, güzel maç olsun ama =)
p.p.s. NTV, yap bi güzellik be abisi :p

Güzelce İçilen Bir Akşamın Ardından



22 Ağustos 2009 / Gökçeada - Imroz

"""
Güzelce içilen bir akşamın sabahında uyandığınızda en çekilmeyen şey, mide bulantısı ve baş ağrısıdır. Bugün anladım ki bunlardan sonra gelen bir şey varsa, o da sıcak suyun olmamasıymış. Yok, banyoda sıcak su var; ama tüpü ya da ısıtıcısı olmayan bir evde uyanıp da sabah çay/kahve içememek cidden çok kötü bir şey!.. Ulan bir de köyde yaşıyoruz, nasıl köylü lan bunlar, saat 7.30'ta ben onlardan önce kalkıyorum, alla alla!..Hayır, aşağıya indim, bir de bakındım sağa sola, dayı/teyze bir bardak suyunuz var mı, kahve içicem diye, nerde kalıyorsun diye sordular önce, sonra da kalkar onlar, yok bende be çocuğum, moduna girdiler.

Gökçeada'ya gelince.. Türkiye'nin en büyük adası diye boşuna dememişler. (Deyip dememelerinden ziyade, bir "fact" bu :) ). Kıbrıs'a hiç gitmedim ama seyrettiğim filmlerden olsa gerek, bana fena halde Kıbrıs'ı andırdı İmroz.

Adanın adı için İmroz'u kullanmak, esen her rüzgarda daha ağır basıyor. Ekşisözlükte okuduklarımın etkisi mi bilmem ama "Rüzgar" dinleyebildiğimi düşündüğüm bir yer olarak aklıma yazıldı İmroz.

Ev sahibi, uyan lan!.. :) Kahvem var, sıcak suyum yok, iyi mi :)
"""

Gökçeada'da geçirdiğimiz ilk günün sabahında bunları yazmıştım. Ada'ya gece varmış, kalacak yer bulduktan sonra da direk içmeye gitmiştik. Ayrıntılarını ise ayrı bir blog'da anlatacağım efenim, acık sabır :) """ Bu blog'un amacı size Gökçeada ve Bozcaada hakkında bir "gezinin tadını çıkarma" rehberi sunmak. Aynı zamanda gerek Gökçeada'da gerekse Bozcaada'da ihtiyacınız olabilecek bilgileri size sağlamak.. Sizlerin de katkısıyla daha çok işe yarar bir hale gelmesini diliyorum efenim.""" diye başladım blog'a.. Devamı da gelmekte, eli kulağında ;)

p.s. Bu arada bilmeyenler için Imbros Yunanca'da "Rüzgarlı Ada" demekmiş (bir kaç yerde bu iddiayı gördüm ama yine de citation needed deme ihtiyacını görüyorum.)

21 Ağustos 2009 Cuma

On the way to Imbros



I'm going to Imbros Island (Turkish Gökçeada or İmroz) this weekend. Have half an hour to have my backpack done :)

Will write about it as soon as I can..

cya ;)

18 Ağustos 2009 Salı

Desolation Row..


Büyük hali için resmin üzerine tıklayınız.

Gece gece internette gezinirken karşıma çıkan bir site LSD Photographers. Kesinlikle kafam güzelken/dumanlıyken de bir kere bu siteye girip bakıcam, hatta fotoğrafların bir çoğunun üzerine tıklayıp büyük hallerini inceliycem.. Değişik olabileceğini tahmin ediyorum.

Fotoğraflar gerçek bu arada, üzerinde dikkatlice oynamalar yapılmış, bence oldukça da başarılı olmuş. Sitede fotoğrafçılar hakkında irtibat bilgilere ulaşabilirsiniz.

Güzel kafadan bahsetmişken Bob Dylan'ın Desolation Row'unu anmamak olmaz bence. Her ne kadar Watchmen adlı filmde güzelim parça, üç beş teenage emo yavşak rock yapan meraklı veletler tarafından hunharca katledilmiş olsa da aşağıdaki widget'a tıkladığınızda anlayacağınız üzere değerinden bir şey kaybetmemiştir gözümde efendim. Altına sıçsan da değeri düşmüyor, evet. (altın == gold; yok, bilerek kelime oyunu yapmadım, sonradan farkettim "altına sıçsan" kısmısını..)


Hatta sözlerini de vereyim de tam olsun yapacağımdır tabi ki efenim. Şarkı olabildiğine uzun bu arada, 11 dakika.. İlk dinlediğinizde çok sıradan ve tekdüze gelebilir; telaşlanmayın, sözlerine bir göz atın, geçer ;) :) Bence psychedelic, sizi bilemem..

they're selling postcards of the hanging
they're painting the passports brown
the beauty parlor is filled with sailors
the circus is in town
here comes the blind commissioner
they've got him in a trance
one hand is tied to the tight-rope walker
the other is in his pants
and the riot squad they're restless
they need somewhere to go
as lady and i look out tonight
from desolation row

cinderella, she seems so easy
"it takes one to know one," she smiles
and puts her hands in her back pockets
bette davis style
and in comes romeo, he's moaning
"you belong to me i believe"
and someone says," you're in the wrong place, my friend
you better leave"
and the only sound that's left
after the ambulances go
is cinderella sweeping up
on desolation row

now the moon is almost hidden
the stars are beginning to hide
the fortunetelling lady
has even taken all her things inside
all except for cain and abel
and the hunchback of notre dame
everybody is making love
or else expecting rain
and the good samaritan, he's dressing
he's getting ready for the show
he's going to the carnival tonight
on desolation row

now ophelia, she's 'neath the window
for her i feel so afraid
on her twenty-second birthday
she already is an old maid



to her, death is quite romantic
she wears an iron vest
her profession's her religion
her sin is her lifelessness
and though her eyes are fixed upon
noah's great rainbow
she spends her time peeking
into desolation row

einstein, disguised as robin hood
with his memories in a trunk
passed this way an hour ago
with his friend, a jealous monk
he looked so immaculately frightful
as he bummed a cigarette
then he went off sniffing drainpipes
and reciting the alphabet
now you would not think to look at him
but he was famous long ago
for playing the electric violin
on desolation row

dr. filth, he keeps his world
inside of a leather cup
but all his sexless patients
they're trying to blow it up
now his nurse, some local loser
she's in charge of the cyanide hole
and she also keeps the cards that read
"have mercy on his soul"
they all play on penny whistles
you can hear them blow
if you lean your head out far enough
from desolation row

across the street they've nailed the curtains
they're getting ready for the feast
the phantom of the opera
a perfect image of a priest
they're spoonfeeding casanova
to get him to feel more assured
then they'll kill him with self-confidence
after poisoning him with words

and the phantom's shouting to skinny girls
"get outa here if you don't know
casanova is just being punished for going
to desolation row"



now at midnight all the agents
and the superhuman crew
come out and round up everyone
that knows more than they do

then they bring them to the factory
where the heart-attack machine
is strapped across their shoulders
and then the kerosene
is brought down from the castles
by insurance men who go
check to see that nobody is escaping
to desolation row

praise be to nero's neptune
the titanic sails at dawn
and everybody's shouting
"which side are you on?"
and ezra pound and t. s. eliot
fighting in the captain's tower
while calypso singers laugh at them
and fishermen hold flowers
between the windows of the sea
where lovely mermaids flow
and nobody has to think too much
about desolation row

yes, i received your letter yesterday
about the time the door knob broke
when you asked how i was doing
was that some kind of joke?
all these people that you mention
yes, i know them, they're quite lame
i had to rearrange their faces
and give them all another name
right now i can't read too good
don't send me no more letters no
not unless you mail them
from desolation row


17 Ağustos 2009 Pazartesi

Çok severim cacığı, yatıya giderim cacık için ;)


Konumuz alamet-i farikası kendinden meçhul bir yiyecek efenim, Cacık.. Yukarıdaki foto wikipedia'dan alınma. Tam olarak zevkimi yansıtmıyor ama en çok beğenimi yansıtan iki fotoyu bloga koyyim dedim, diğeri de aşağıda..

Cacık yaparken bir yığın mühim nokta vardır, cacık deyip geçmeyin efendim. Ne kadar su konulduğundan ne kadar yoğurt kullanıldığına, içine katılan ekstra malzemelerden salatalıkların nasıl doğranıp da yoğurda katıldığına kadar bir çok etmen tadında etkili olmakta..

Sulu cacığı da severim ben bir çok görüşün aksine.. Muhtemelen lise sonuna kadar ailemle evde yaşamamın bunda etkisi büyük, çünkü ne kadar sulu cacık sevmeyen insan tanıdıysam bir çoğu hayatının bir kısmında yurt köşesinde ya da dışarıda bir lokantada sulu cacık yemek zorunda kalmış ve annesinin yaptığı cacığı özlemiş.. Bense anneannemden daha iyi cacık yapabileceğimi (bir de utanmadan :p) iddia ederim her türlü :)

Güvenmediğiniz yoğurda salatalık doğramayın ey cemaat!.. Ağzınızın tadını bilmek için gourmet* olmanıza gerek yok, kendinize saygı gösterin, yiyebiliyorsanız güzel şeyler yiyin ;)

Mutfakta robot sever misiniz sevmez misiniz bilmem ama robotla salatalık doğramak hem kısa hem pratik, şukela bir iş ;) Yoksa da el rendesi de iş görüyor. Elle doğrayacaksanız da olabildiğince ince doğramaya bakın, salatalıklar sulandırılmış yoğurdu içerken boğazınıza takılmasın, hafif hafif tad katan zerrecikler gibi, var ama yok şekilde yol alsınlar midenize doğru ;)



Mümkünse biraz buzdolabında bekletin ki soğusun. (Özellikle de sulu yaptıysanız.) Tabi ondan önce üzerine muhtelif muhteviyatlardan koymayı unutmayın: nane olur, dereotu olur (ki ikisi birden daha bi güzel olur)..

Dikkatinizi çekti mi bilmem, sarımsaktan söz etmedim. Yakın zamanda sarımsakla arasını düzeltmiş biri olarak, damak zevkinize uygun miktarda (benim kıstaslarıma göre varlığını hissettirmeyecek ama "içinde sarımsak mı var" diye sorduracak bir miktar bu :) ) sarımsak koymanız makbuldür.

Servis etmeden önce bir kaç damla zeytinyağı ile üzerini süslerseniz wikipedia'dan arak ilk resimdeki gibi :) hem göze hem mideye, şapırdatarak içerseniz kulağa da hitap eden bir zevk kaynağı olacaktır.

Afiyet Olsun :)

* gurme'nin Türkçe karşılığı lezzetşinas ya da şikemperver'miş. Daha da Türkçesi için TDK tatbilir'i öneriyor.

Coffee Time!..

Ne zaman iş yapmak istesem bu sticker aklıma geliyor ve bir bardak kahve koyuyorum. Tavsiye ederim ;)

16 Ağustos 2009 Pazar

Modern insana doğayı hafife almama rehberi 101

Bu yaz geleneksel sabahlamalarımdan birini daha yapmanın son demlerindeyken "Buğday mı Nefes mi?" postundaki parçayla karşılaştım ve duduk sesi dinlemeyeli ne kadar uzun zaman olmuş, onu farkettim. Erkan Oğur'la Djivan Gasparyan'ın Fuad albümünü mp3çalarıma ekleyip vurdum kendimi dışarıya.. Zaman mefhumum pek yoktur ama 6.30 gibi çıkmışım sanırım.

Sabahları koşmaya çıkardım bazen, bazen de sabah kalkmaya üşendiğim için akşamları koşardım :) Ama bu kez farklı bir halet-i ruhiye'ye büründürdü bahsi geçen albüm. Başladım yürümeye sahile inip de..


Bu gördüğünüz resimdeki yer bizim yazlık. Çağdaş'a teşekkürler :) O kadar güzel bir yürüyüş oldu ki benim açımdan, iki saati geçmiş sanırım kumsalda yürüdüğüm zaman =) Bu resimde gördüğünüz en sondaki buruna kadar yürüdüm. Başladığım yer de resmin çekildiği yerin bir 500 m ilerisi.. Google Earth'ten baktığım kadarıyla gidiş geliş 10-12 km ediyor.

Haziran'ın sonunda tatil planlarım o kadar farklıydı ki.. Daha 40 günlükken geldiğim ve her sene kaldığımın ilk haftasında canımın sıkılmaya başladığı yazlığımda bir ay vakit geçireceğimi hiç düşünmezdim. Tabi eve internetin bağlanmasının da bunda katkısı çoktur.. Uzun gezi planlarımı bir başka bahara erteledim ama bu yürüyüş gibi bazı şeyler sayesinde, bu ertelemelerin bende zerre pişmanlık uyandırmadığını söylemem yanlış olmaz herhalde.

Yürürken gözüme çarpanları yazayım dedim, bir nevi modern insana doğayı hafife almama rehberi kıvamında. Buyrun efendim, başlayalım:
  1. Elektrik tellerinde kuşlar görürsünüz. 220 Volt geçer ayaklarından ama zerre zarar görmez minnacık bedenleri. Yüksek gerilime dayanmak istiyorsanız bazı ortamlarla ilişkinizi kesmeniz şart!
  2. Yol aldığınızın farkına varmak için ilerilere bakmanıza gerek yok, hareket halinde olduğunuzu ancak adımlarınıza ya da gölgenize bakarak anlayabilirsiniz, en hızla değişen onlardır çünkü.
  3. Sahiliniz kumsa, dalgaların vurduğu ıslak kısımdan yürüyorsanız, enfes bir yürüme yolu vardır: dalgaların yeni çekildiği (yani henüz hala ıslak) ama bir yandan da güneşin tam olarak kurutmadığı sınır.. Islak yerde kum çabuk gömülür, yorar sizi.. Kuru yerde de kum kuraklığından dolayı taşıyamaz çoğu zaman bedeninizi.. Bu ikisinin ortası işte, tam sınır.. Yürüdüğünüz yolu iyi seçin ki batmayasınız.
  4. Yolda gördüğünüz balıkçılara selam verin. Onlar duymamış olsa da siz selamınızı verin; iyi niyet sizden çıkmış olsun bir kere..
  5. Köpeklerden korkmayın. Onlarla iletişmeye çalışın. Siz bir köpekten korkuyorsanız o da sizden korkuyordur muhtemelen. Siz onu itaat ettirmeye çalışmadıkça o da size isyan etmeye çalışmaz.
  6. Zor durumda kalan ters dönmüş bir böceğe, her ne kadar o sizi korkutuyorsa, her ne kadar ondan tırsıyorsanız da yardım edin, düz çevirin. Böyle anlarda ancak anlayabilirsiniz bazı korkularınızın ne kadar yersiz olduğunu..
  7. Bilmediğini şeyden korkarsınız. Korkmamak için öğrenmeye çalışın!
  8. Kara sinekler beyaz tişörte çok gelir. Siz tişörtten arındırmaya çalışsanız da gelirler. Sadece yolunuza devam edin ve sineklerin kaynağından uzaklaşın (artık dere midir nedir, her neyse). Üzerinize yapışan pisliklerden kurtulmanın yolu, onların kaynağından uzaklaşmaktır.
  9. Yola çıktığınızda yolculuğun tadını çıkarın, varacağınız yeri düşünürseniz yol da yolculuk da çekilmez olur.
  10. "Dönerken daha yorgun olucam, güneş daha tepeye çıkmış olacak, hava da ısınır" gibi kaygılarınız olmasın, dönerken varmak istediği yere ulaşmış insan olmanın kıvancıyla bütün bunların üstesinden geliyor olacaksınız. Yüzünüzdeki mutluluk da cabası.
  11. Vardığınız yere izinizi bırakın ya da ordan bir hatıra (taş olur, midye olur) alın. Madalya gibi düşünün bir nevi, "madalyanızı" kaybetmiş olsanız bile o an'ı hatırlayacaksınız.
  12. Köpeklerle anlaşabilmenin bir yolu da onlara saygı duymaktır. Onların tecrübelerine güvenin, ne de olsa bizden hızlı yaşlanmakta/gelişmektedirler..
  13. Bu yazdıklarımdan hatırlayabildiğiniz kadarını düşünüp tartın, keza ben de sadece hatırlayabildiğim kadarını yazdım.

Blogging facts!..

Efenim yine selamlar;

Bir kaç saattir uğraşıyorum blog'u biraz daha adam akıllı hale nasıl sokabilirim diye, bir kaç değişik şablon denedim, widget gadget geziyorum ortalıklarda, ama tilkinin dönüp dolaşacağı yer yine kürkçü dükkanıdır hesabı standart siyahta karar kılıyorum.

Tamam, çok civcivli bişi istemiyorum ama koyu siyah ta ne allasen, karamsar karamsar, ben olsam okumam, vallaha billa okumam :D ciddiyim =)

Neyse canlar, idare edin şimdilik.

Alın size Led Zeppelin, Blackdog bebeim ;)



p.s. bu arada bir kaç faideli site vereyim, gerçi google'a free blogger template diye yazdığınızda karşılaşmışsınızdır bunlarla ama.. http://bloggericinsablonlar.blogspot.com/, blogger camiasından T.U.B.A'nın derlediği blog şablonları.. İçlerinde illa ki hoşunuza gidecekler çıkacaktır.
http://freetemplates.blogspot.com/ burdakileri de sevdim ben aslında, daha janjanlılarını da burada bulabilirsiniz.

Aslında araştırsanız daha neler neler çıkar tabi de, şimdilik bunlar. Tabi yazacağı, ekleyeceği olanlar varsa yorumlara buyrunuz efenim ;)

p.p.s. Sabah yürüyüşe çıktım, 2, 2.5 saat arası yürümüşüm; onun hikayesi çok ayrı, bi yatıyim kalkayım, yazıciimdir onu da.. (blogger işine sardırdım allahıma, StumbleUpon'u terkedince.. )

p.p.p.s: bu son valla, SU'u terkettim, buraya geçtim diye son mesajımı yazdım SU Blog'una..

Buğday mı Nefes mi?



Siz bunu dinleyedurun.. Ama ne zaman biliyor musunuz, her ne yapıyorsanız ve o işi yapmaktan çok sıkılıp da sigara molası vermenin zamanı geldi deme noktasındaysanız.. Ya da boş boş dururken zamanın ağırlını ve gerçek dinginliği yüzünüze bir tokat gibi çarpacak bir sese ihtiyaç duyuyorsanız..

En son ne zaman "şu an çevremde olan ama babamın çocukluğunda eline değmemiş aletlerin, beni doğadan koparan şeylerin esaretinden kurtulmuştum" diye kendinize sormak istiyorsanız.. Ya da bir pazar sabahı, gecenin biterken sizi güne teslim ettiği bir pazar sabahı neyi özlediğinizi bilmeyerek özlüyorsanız bir şeyleri..

İşte o zaman dinleyin gözüm.. Ben sizin yerinize de sahilde yürüyor olacağım, kulağımda bu şarkılar çalarken..

Resurrection















Neredeyse iki seneye yakın olmuş iyi mi bişiler yazmayalı. Bu blog'a "saykodelik saydırmalar" adı vermek istedim birden.. (arka planda çalan Pink Floyd - Ummagumma Albümü - Astronomy Domine'ın da etkisi yok değil hani..)

Alien abimizin alamet-i farikasının hikmeti ise "resurrection"
kavramıyla tabiri caizse dalga geçmektir. Müspet menfi ama
çoğunlukla müspet bir gidişatı olması emaresini gösterir bu
yazdıklarım (inşallah). Bu dersi verirseniz Osmanlıca 102'yi
bir başka seçmeli ders olarak alabilirsiniz gözüm ;)