“You will be surprised to be receiving a letter about your play Waiting for Godot, from a prison where so many thieves, forgers, toughs, homos, crazy men and killers spend this bitch of a life waiting … and waiting … and waiting. Waiting for what? Godot? Perhaps.”
Gece gece internette gezinirken karşıma çıkan bir site LSD Photographers. Kesinlikle kafam güzelken/dumanlıyken de bir kere bu siteye girip bakıcam, hatta fotoğrafların bir çoğunun üzerine tıklayıp büyük hallerini inceliycem.. Değişik olabileceğini tahmin ediyorum.
Fotoğraflar gerçek bu arada, üzerinde dikkatlice oynamalar yapılmış, bence oldukça da başarılı olmuş. Sitede fotoğrafçılar hakkında irtibat bilgilere ulaşabilirsiniz.
Güzel kafadan bahsetmişken Bob Dylan'ın Desolation Row'unu anmamak olmaz bence. Her ne kadar Watchmen adlı filmde güzelim parça, üç beş teenage emo yavşak rock yapan meraklı veletler tarafından hunharca katledilmiş olsa da aşağıdaki widget'a tıkladığınızda anlayacağınız üzere değerinden bir şey kaybetmemiştir gözümde efendim. Altına sıçsan da değeri düşmüyor, evet. (altın == gold; yok, bilerek kelime oyunu yapmadım, sonradan farkettim "altına sıçsan" kısmısını..)
Hatta sözlerini de vereyim de tam olsun yapacağımdır tabi ki efenim. Şarkı olabildiğine uzun bu arada, 11 dakika.. İlk dinlediğinizde çok sıradan ve tekdüze gelebilir; telaşlanmayın, sözlerine bir göz atın, geçer ;) :) Bence psychedelic, sizi bilemem..
they're selling postcards of the hanging they're painting the passports brown the beauty parlor is filled with sailors the circus is in town here comes the blind commissioner they've got him in a trance one hand is tied to the tight-rope walker the other is in his pants and the riot squad they're restless they need somewhere to go as lady and i look out tonight from desolation row
cinderella, she seems so easy "it takes one to know one," she smiles and puts her hands in her back pockets bette davis style and in comes romeo, he's moaning "you belong to me i believe" and someone says," you're in the wrong place, my friend you better leave" and the only sound that's left after the ambulances go is cinderella sweeping up on desolation row
now the moon is almost hidden the stars are beginning to hide the fortunetelling lady has even taken all her things inside all except for cain and abel and the hunchback of notre dame everybody is making love or else expecting rain and the good samaritan, he's dressing he's getting ready for the show he's going to the carnival tonight on desolation row
now ophelia, she's 'neath the window for her i feel so afraid on her twenty-second birthday she already is an old maid
to her, death is quite romantic she wears an iron vest her profession's her religion her sin is her lifelessness and though her eyes are fixed upon noah's great rainbow she spends her time peeking into desolation row
einstein, disguised as robin hood with his memories in a trunk passed this way an hour ago with his friend, a jealous monk he looked so immaculately frightful as he bummed a cigarette then he went off sniffing drainpipes and reciting the alphabet now you would not think to look at him but he was famous long ago for playing the electric violin on desolation row
dr. filth, he keeps his world inside of a leather cup but all his sexless patients they're trying to blow it up now his nurse, some local loser she's in charge of the cyanide hole and she also keeps the cards that read "have mercy on his soul" they all play on penny whistles you can hear them blow if you lean your head out far enough from desolation row
across the street they've nailed the curtains they're getting ready for the feast the phantom of the opera a perfect image of a priest they're spoonfeeding casanova to get him to feel more assured then they'll kill him with self-confidence after poisoning him with words
and the phantom's shouting to skinny girls "get outa here if you don't know casanova is just being punished for going to desolation row"
now at midnight all the agents and the superhuman crew come out and round up everyone that knows more than they do then they bring them to the factory where the heart-attack machine is strapped across their shoulders and then the kerosene is brought down from the castles by insurance men who go check to see that nobody is escaping to desolation row
praise be to nero's neptune the titanic sails at dawn and everybody's shouting "which side are you on?" and ezra pound and t. s. eliot fighting in the captain's tower while calypso singers laugh at them and fishermen hold flowers between the windows of the sea where lovely mermaids flow and nobody has to think too much about desolation row
yes, i received your letter yesterday about the time the door knob broke when you asked how i was doing was that some kind of joke? all these people that you mention yes, i know them, they're quite lame i had to rearrange their faces and give them all another name right now i can't read too good don't send me no more letters no not unless you mail them from desolation row
Konumuz alamet-i farikası kendinden meçhul bir yiyecek efenim, Cacık.. Yukarıdaki foto wikipedia'dan alınma. Tam olarak zevkimi yansıtmıyor ama en çok beğenimi yansıtan iki fotoyu bloga koyyim dedim, diğeri de aşağıda..
Cacık yaparken bir yığın mühim nokta vardır, cacık deyip geçmeyin efendim. Ne kadar su konulduğundan ne kadar yoğurt kullanıldığına, içine katılan ekstra malzemelerden salatalıkların nasıl doğranıp da yoğurda katıldığına kadar bir çok etmen tadında etkili olmakta..
Sulu cacığı da severim ben bir çok görüşün aksine.. Muhtemelen lise sonuna kadar ailemle evde yaşamamın bunda etkisi büyük, çünkü ne kadar sulu cacık sevmeyen insan tanıdıysam bir çoğu hayatının bir kısmında yurt köşesinde ya da dışarıda bir lokantada sulu cacık yemek zorunda kalmış ve annesinin yaptığı cacığı özlemiş.. Bense anneannemden daha iyi cacık yapabileceğimi (bir de utanmadan :p) iddia ederim her türlü :)
Güvenmediğiniz yoğurda salatalık doğramayın ey cemaat!.. Ağzınızın tadını bilmek için gourmet* olmanıza gerek yok, kendinize saygı gösterin, yiyebiliyorsanız güzel şeyler yiyin ;)
Mutfakta robot sever misiniz sevmez misiniz bilmem ama robotla salatalık doğramak hem kısa hem pratik, şukela bir iş ;) Yoksa da el rendesi de iş görüyor. Elle doğrayacaksanız da olabildiğince ince doğramaya bakın, salatalıklar sulandırılmış yoğurdu içerken boğazınıza takılmasın, hafif hafif tad katan zerrecikler gibi, var ama yok şekilde yol alsınlar midenize doğru ;)
Mümkünse biraz buzdolabında bekletin ki soğusun. (Özellikle de sulu yaptıysanız.) Tabi ondan önce üzerine muhtelif muhteviyatlardan koymayı unutmayın: nane olur, dereotu olur (ki ikisi birden daha bi güzel olur)..
Dikkatinizi çekti mi bilmem, sarımsaktan söz etmedim. Yakın zamanda sarımsakla arasını düzeltmiş biri olarak, damak zevkinize uygun miktarda (benim kıstaslarıma göre varlığını hissettirmeyecek ama "içinde sarımsak mı var" diye sorduracak bir miktar bu :) ) sarımsak koymanız makbuldür.
Servis etmeden önce bir kaç damla zeytinyağı ile üzerini süslerseniz wikipedia'dan arak ilk resimdeki gibi :) hem göze hem mideye, şapırdatarak içerseniz kulağa da hitap eden bir zevk kaynağı olacaktır.
Afiyet Olsun :)
* gurme'nin Türkçe karşılığı lezzetşinas ya da şikemperver'miş. Daha da Türkçesi için TDK tatbilir'i öneriyor.
Bu yaz geleneksel sabahlamalarımdan birini daha yapmanın son demlerindeyken "Buğday mı Nefes mi?" postundaki parçayla karşılaştım ve duduk sesi dinlemeyeli ne kadar uzun zaman olmuş, onu farkettim. Erkan Oğur'la Djivan Gasparyan'ın Fuad albümünü mp3çalarıma ekleyip vurdum kendimi dışarıya.. Zaman mefhumum pek yoktur ama 6.30 gibi çıkmışım sanırım.
Sabahları koşmaya çıkardım bazen, bazen de sabah kalkmaya üşendiğim için akşamları koşardım :) Ama bu kez farklı bir halet-i ruhiye'ye büründürdü bahsi geçen albüm. Başladım yürümeye sahile inip de..
Bu gördüğünüz resimdeki yer bizim yazlık. Çağdaş'a teşekkürler :) O kadar güzel bir yürüyüş oldu ki benim açımdan, iki saati geçmiş sanırım kumsalda yürüdüğüm zaman =) Bu resimde gördüğünüz en sondaki buruna kadar yürüdüm. Başladığım yer de resmin çekildiği yerin bir 500 m ilerisi.. Google Earth'ten baktığım kadarıyla gidiş geliş 10-12 km ediyor.
Haziran'ın sonunda tatil planlarım o kadar farklıydı ki.. Daha 40 günlükken geldiğim ve her sene kaldığımın ilk haftasında canımın sıkılmaya başladığı yazlığımda bir ay vakit geçireceğimi hiç düşünmezdim. Tabi eve internetin bağlanmasının da bunda katkısı çoktur.. Uzun gezi planlarımı bir başka bahara erteledim ama bu yürüyüş gibi bazı şeyler sayesinde, bu ertelemelerin bende zerre pişmanlık uyandırmadığını söylemem yanlış olmaz herhalde.
Yürürken gözüme çarpanları yazayım dedim, bir nevi modern insana doğayı hafife almama rehberi kıvamında. Buyrun efendim, başlayalım:
Elektrik tellerinde kuşlar görürsünüz. 220 Volt geçer ayaklarından ama zerre zarar görmez minnacık bedenleri. Yüksek gerilime dayanmak istiyorsanız bazı ortamlarla ilişkinizi kesmeniz şart!
Yol aldığınızın farkına varmak için ilerilere bakmanıza gerek yok, hareket halinde olduğunuzu ancak adımlarınıza ya da gölgenize bakarak anlayabilirsiniz, en hızla değişen onlardır çünkü.
Sahiliniz kumsa, dalgaların vurduğu ıslak kısımdan yürüyorsanız, enfes bir yürüme yolu vardır: dalgaların yeni çekildiği (yani henüz hala ıslak) ama bir yandan da güneşin tam olarak kurutmadığı sınır.. Islak yerde kum çabuk gömülür, yorar sizi.. Kuru yerde de kum kuraklığından dolayı taşıyamaz çoğu zaman bedeninizi.. Bu ikisinin ortası işte, tam sınır.. Yürüdüğünüz yolu iyi seçin ki batmayasınız.
Yolda gördüğünüz balıkçılara selam verin. Onlar duymamış olsa da siz selamınızı verin; iyi niyet sizden çıkmış olsun bir kere..
Köpeklerden korkmayın. Onlarla iletişmeye çalışın. Siz bir köpekten korkuyorsanız o da sizden korkuyordur muhtemelen. Siz onu itaat ettirmeye çalışmadıkça o da size isyan etmeye çalışmaz.
Zor durumda kalan ters dönmüş bir böceğe, her ne kadar o sizi korkutuyorsa, her ne kadar ondan tırsıyorsanız da yardım edin, düz çevirin.Böyle anlarda ancak anlayabilirsiniz bazı korkularınızın ne kadar yersiz olduğunu..
Bilmediğini şeyden korkarsınız. Korkmamak için öğrenmeye çalışın!
Kara sinekler beyaz tişörte çok gelir. Siz tişörtten arındırmaya çalışsanız da gelirler. Sadece yolunuza devam edin ve sineklerin kaynağından uzaklaşın (artık dere midir nedir, her neyse). Üzerinize yapışan pisliklerden kurtulmanın yolu, onların kaynağından uzaklaşmaktır.
Yola çıktığınızda yolculuğun tadını çıkarın, varacağınız yeri düşünürseniz yol da yolculuk da çekilmez olur.
"Dönerken daha yorgun olucam, güneş daha tepeye çıkmış olacak, hava da ısınır" gibi kaygılarınız olmasın, dönerken varmak istediği yere ulaşmış insan olmanın kıvancıyla bütün bunların üstesinden geliyor olacaksınız. Yüzünüzdeki mutluluk da cabası.
Vardığınız yere izinizi bırakın ya da ordan bir hatıra (taş olur, midye olur) alın. Madalya gibi düşünün bir nevi, "madalyanızı" kaybetmiş olsanız bile o an'ı hatırlayacaksınız.
Köpeklerle anlaşabilmenin bir yolu da onlara saygı duymaktır. Onların tecrübelerine güvenin, ne de olsa bizden hızlı yaşlanmakta/gelişmektedirler..
Bu yazdıklarımdan hatırlayabildiğiniz kadarını düşünüp tartın, keza ben de sadece hatırlayabildiğim kadarını yazdım.
Bir kaç saattir uğraşıyorum blog'u biraz daha adam akıllı hale nasıl sokabilirim diye, bir kaç değişik şablon denedim, widget gadget geziyorum ortalıklarda, ama tilkinin dönüp dolaşacağı yer yine kürkçü dükkanıdır hesabı standart siyahta karar kılıyorum.
Tamam, çok civcivli bişi istemiyorum ama koyu siyah ta ne allasen, karamsar karamsar, ben olsam okumam, vallaha billa okumam :D ciddiyim =)
Neyse canlar, idare edin şimdilik.
Alın size Led Zeppelin, Blackdog bebeim ;)
p.s. bu arada bir kaç faideli site vereyim, gerçi google'a free blogger template diye yazdığınızda karşılaşmışsınızdır bunlarla ama.. http://bloggericinsablonlar.blogspot.com/, blogger camiasından T.U.B.A'nın derlediği blog şablonları.. İçlerinde illa ki hoşunuza gidecekler çıkacaktır. http://freetemplates.blogspot.com/ burdakileri de sevdim ben aslında, daha janjanlılarını da burada bulabilirsiniz.
Aslında araştırsanız daha neler neler çıkar tabi de, şimdilik bunlar. Tabi yazacağı, ekleyeceği olanlar varsa yorumlara buyrunuz efenim ;)
p.p.s. Sabah yürüyüşe çıktım, 2, 2.5 saat arası yürümüşüm; onun hikayesi çok ayrı, bi yatıyim kalkayım, yazıciimdir onu da.. (blogger işine sardırdım allahıma, StumbleUpon'u terkedince.. )
p.p.p.s: bu son valla, SU'u terkettim, buraya geçtim diye son mesajımı yazdım SU Blog'una..
Siz bunu dinleyedurun.. Ama ne zaman biliyor musunuz, her ne yapıyorsanız ve o işi yapmaktan çok sıkılıp da sigara molası vermenin zamanı geldi deme noktasındaysanız.. Ya da boş boş dururken zamanın ağırlını ve gerçek dinginliği yüzünüze bir tokat gibi çarpacak bir sese ihtiyaç duyuyorsanız..
En son ne zaman "şu an çevremde olan ama babamın çocukluğunda eline değmemiş aletlerin, beni doğadan koparan şeylerin esaretinden kurtulmuştum" diye kendinize sormak istiyorsanız.. Ya da bir pazar sabahı, gecenin biterken sizi güne teslim ettiği bir pazar sabahı neyi özlediğinizi bilmeyerek özlüyorsanız bir şeyleri..
İşte o zaman dinleyin gözüm.. Ben sizin yerinize de sahilde yürüyor olacağım, kulağımda bu şarkılar çalarken..
Neredeyse iki seneye yakın olmuş iyi mi bişiler yazmayalı. Bu blog'a "saykodelik saydırmalar" adı vermek istedim birden.. (arka planda çalan Pink Floyd - Ummagumma Albümü - Astronomy Domine'ın da etkisi yok değil hani..)
Alien abimizin alamet-i farikasının hikmeti ise "resurrection" kavramıyla tabiri caizse dalga geçmektir. Müspet menfi ama çoğunlukla müspet bir gidişatı olması emaresini gösterir bu yazdıklarım (inşallah). Bu dersi verirseniz Osmanlıca 102'yi bir başka seçmeli ders olarak alabilirsiniz gözüm ;)